Kendimi arıyorum, bazen sokakta kendimi ararken buluyorum.

Arka sokaklara dalarak keşfedilmemiş bir şeyleri bulma umudu bu…

Çoğu zaman o arka sokaklar bana insani olanın ne olduğunu öğretiyor, insanlığımı fark ediyorum. Doğa ve canlılarla senkronize ilişkiyi bu arka sokaklarda bulabilmek çok güzel.

Bir dostun sıcak bakışında bulmaya çalışırken kendimi görüyorum.

Kendimi ararken daha çok kendini aradığını düşünen kişilerle yolum kesişiyor.

Onları dinlerken buluyorum kendimi, ama onları her dinlediğimde kendimden uzaklaştığımı daha çok hissediyorum. Çünkü her insanın hikâyesi başka yazılmıştır. Bu hikâyelerde benzerlikler olduğu kadar farklılıklarda vardır. Ve farktır kişiye kendisi olmayı kazandıran…

Kendimi arıyorum, evde, eşimle oturuşlarda veya çocuklarla hasbıhalde...

Evdeki her halim kendimi anlatıyor. Ya da ev hanesinin fertleri seni anlattığı zaman kendini bulabiliyorsun, çoğu zaman kızsan da iyi geliyor bana. Ama evde en çok torun seni kendini bulmaya vesile oluyor, onun sevgisi ve beklentisizliğinin doğal hali işte bu ben olmalıyım dedirtiyor. Ama ben kendimi arıyorum diyorum ya! Hangi kendimi aradığımı kendime bile sormaktan korkuyorum. Evet, benden birden fazla kendim var. Ve ben o kendilerimi yoklarken yolum her seferinde farklılaşıyor.

Kendimi aramaktan vaz geçemiyorum, yolum çoğu kez kendimi ararken bir mezarlığa düşüyor. Orada öylesine yatan kişilerle tanıklıklarına başvurarak kendimi arıyorum, özellikle tarihsel şahsiyetlere olan aşinalığım bazen benden bir ses duymamı sağlıyor, işte o zaman kendimden haber alabilmenin heyecanı sarıyor dört bir yanımı...

Ölülerle konuşulmaz derler, ölü ile konuşamayan kendisi ile hiç konuşamaz. O yüzden ölü olanla kendinle konuştuğun gibi konuşmalısın. Böylece onları dinlerken kendini bulma çabana gayret katarsın…

Çünkü onlar tanıktırlar, yaşamın geçiciliğine ve dünyanın bir heva ve heves oluşuna…

Bu dünyanın kimseye yar olmayacağının en keskin işareti ölülerdir. Bu yüzden şair şehitler için ölümü öldürenler olarak tanımlıyor.

Aramaya bıkmadan usanmadan devam ederken kendimi konuşurken buluyorum, en usanmaz arayışlarım başkalarına bir şeyler anlatırken oluyor. İster bir dost meclisinde ister bir seminer seremonisinde konuşmayı yaparken bizzat en çok öğrenen ben oluyorum. Her öğrenme kendime beni yaklaştırıyor. O yüzde konuşmak bir ihtiyaçtan öte insanın kendisini bulabileceği önemli bir zemini de işaret ediyor.

Ama ben yine de kendimi arayacağım zaman bir dost meclisine  ihtiyacım oluyor. Onlarla hemhal olduğumda nispeten kendimi buluyor gibi oluyorum. Onların takılmaları ve kendilerini anlatışları bir açıdan kendimi hatırlatıyor.

Kafama takılan bir soru var! Kendimi aramalı mıyım? Ya da aradığım kendim hangisi sorusuna hangi cevabı vermeliyim... İşin içinden çıkılmaz sanmayın dostlar, her sorulan sorunun muhakkak bir cevabı vardır, bunu bilseniz de bilmeseniz de fark etmiyor.

Bıkmadan usanmadan kendimi aramaya devam edeceğim, bu kararlılık galiba ölüme kadar sürecek gibi görünüyor. Aslında bundan rahatsız da olmuyorum, hatta galiba sevmeye başladım, böylece kendimle ilgili sürekli bilmediğim bir şeyi fark etmeme sebebiyet veriyor.

Bu yüzden kendimi aramaya devam...