Boşanma hukukunun en tartışmalı alanlarından biri olan süresiz (yoksulluk) nafaka, Türkiye’nin uzun yıllardır devam eden toplumsal ve hukuki gündemlerinden biri olmayı sürdürüyor. Konu, yalnızca bir hukuk tekniği meselesi olmaktan çıkmış; ekonomik gerçeklikler, toplumsal cinsiyet rolleri, sosyal devletin yükümlülükleri ve bireylerin boşanma sonrası yaşam standartları gibi çok katmanlı unsurları içinde barındıran geniş bir tartışma alanına dönüşmüştür. 2025 yılında gündeme gelen yeni nafaka düzenlemesi ile birlikte konu yeniden ülkenin siyasal ve hukuksal gündeminin merkezine yerleşmiştir.
Mevcut Türk Medeni Kanunu uyarınca, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf lehine süresiz nafaka bağlanabilmektedir. Her ne kadar bu nafakanın kesilmesine veya azaltılmasına yönelik hukuk yolları bulunsa da uygulamada, yıllarca hatta ömür boyu süren nafaka yükümlülükleri ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, özellikle nafaka ödemekle yükümlü taraf açısından ciddi bir belirsizlik ve ekonomik yük yaratmakta; nafaka alan taraf açısından ise boşanma sonrası sosyal güvence eksikliğinin bir sonucu olarak görülmektedir.
2025 yılında kamuoyuna yansıyan yeni nafaka düzenlemesi, süresiz nafakanın kaldırılmasını ve nafaka süresinin evlilik süresiyle bağlantılı şekilde sınırlandırılmasını öngörmektedir. Buna göre kısa süreli evliliklerde 5 yıl, daha uzun süreli evliliklerde ise 7 yıla kadar nafaka süresi söz konusu olabilecektir. Bu yaklaşım, birçok Avrupa ülkesinde uygulanan modellerle paralellik göstermekte ve reformun “uluslararası karşılaştırılabilirlik” çerçevesine oturtulduğunu göstermektedir.
Düzenlemede dikkat çeken bir diğer önemli nokta ise, nafaka süresi sona erdiğinde ekonomik olarak dezavantajlı duruma düşecek kişilere Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından sosyal yardım mekanizmalarının sağlanacak olmasıdır. Böylece düzenleme, yalnızca nafaka yükünü hafifletmeyi değil, aynı zamanda sosyal devlet ilkesinin gereği olarak ekonomik açıdan güçsüz tarafın korunmasını da hedeflemektedir.
Nafaka miktarı ve süresi belirlenirken; evlilik süresi, tarafların ekonomik olanakları, kusur oranı, istihdam imkanları ve gelir düzeyi gibi kriterlerin dikkate alınması öngörülmektedir. Bu yönüyle düzenleme, mahkemelere daha geniş fakat daha yapılandırılmış bir takdir yetkisi tanımakta; aynı zamanda nafaka borcunu ödemeyenler hakkında uygulanan tazyik hapsi cezasına üst sınır getirilmesini amaçlamaktadır. Böylece hem borçlunun temel haklarının korunması hem de yaptırımların orantılı hale getirilmesi hedeflenmektedir.
Özellikle kadın örgütleri ve bazı sivil toplum kuruluşları, süre sınırlamasının nafaka alan tarafın ekonomik kırılganlığını artırabileceğini ve birçok kişinin sosyal yardımlara bağımlı hale geleceğini savunmaktadır. Bu eleştiriler, ev içi emeğin görünmezliği, kadınların iş gücüne katılım oranlarının düşüklüğü ve ekonomik bağımsızlığın toplumsal yapıyla bağlantılı olması gibi geniş sosyolojik çerçevelerle desteklenmektedir.
Süresiz nafaka tartışmasının merkezinde, “adil denge” kavramı bulunmaktadır. Bir yandan ömür boyu süren bir ekonomik yükün hakkaniyete uygun olup olmadığı, diğer yandan boşanma sonrası hayatın özellikle kadınlar açısından ekonomik olarak nasıl sürdürülebilir olacağı sorusu önem kazanmaktadır. Bu nedenle nafaka tartışması, sembolik bir mücadele alanı haline gelmiştir.
Yeni düzenlemenin yasalaşması durumunda, aile mahkemelerinde nafaka davalarının niteliği değişecek, kriterlere dayalı daha teknik bir inceleme dönemi başlayacak ve geçmiş nafaka kararlarının önemli bir kısmı yeniden değerlendirmeye açılabilecektir. Bu, hem yargı sisteminin iş yükü hem bireylerin hukuki stratejileri açısından yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır.
Sonuç olarak, süresiz nafaka meselesi Türk aile hukukunda önemli bir dönüşüm sürecine işaret etmektedir. Ancak reformun, toplumun ekonomik ve sosyolojik gerçekleri gözetilerek dengeli biçimde uygulanması hayati önem taşımaktadır. Adaletin sağlanabilmesi için nafaka ödeyenin ve nafaka alanın menfaatlerini hakkaniyetle koruyan bir sistem kurgulanmalıdır. 21/11/2025
Av.İhsan YILMAZ